Ana Sayfa Arama Galeri Video
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Bir gaspın anatomisi: İsrail’in kuruluş süreci

Filistin uluslararası ilişkiler kitaplarının değişmez alt başlığı, küresel aktivizm ile

Filistin uluslararası ilişkiler kitaplarının değişmez alt başlığı, küresel aktivizm ile tehlikeli bir kayıtsızlık arasında gidip gelen insanlığın değişmeyen türbülansı…
İlkelerimiz ve editoryal çizgimiz gereği, güncel ya da yerleşik meselelere dair önceliğimiz sağlıklı tartışmaların yürütülebileceği bir ortamın oluşmasına katkı sağlamak, çetin meseleleri anlaşılır kılmaya özen göstermek ve nitelikli değerlendirmelere ışık tutacak bilgiler sunmak. Bireyler ve toplumlar kronik meseleleri tartışırken atmosferin etkisi altında kalarak takvimler ve onu kullananlar tarafından manipüle edilebiliyor… 7 Ekim de bunun örneği belki…
Somut bir gerçekliğin perdelenmemesi gerekir. Gazze’deki soykırım, zulmü şiddetli hale getiren bir aşama ve yalnızca bugünün meselesi değil. 7 Ekim politik olarak bir milat olsa da tarihsel olarak bir milattan ziyade bir sürecin parçası. 1200 yıl evleri olarak gördükleri topraklarda yaşayan insanların vatanlarının binlerce kilometre ötedeki ülkelerin seçkinleri tarafından başka bir topluluğa armağan edilmesinin ürettiği sonuçlardan biri… ‘Siyonizm ile Filistinlilerin hakları arasında denge kurma’ anlayışı ile şekillenen bir tablonun parçası.
Bölgede stratejik çıkarlar doğrultusunda oluşturulan fiili durumların, tarihin dayatması olarak takdim edildiği bir coğrafyanın hikayesi…

Siyasal Siyonizmin Ortaya Çıkışı

Birinci Yüzyılda Roma işgali üzerine Yahudi toplulukları Filistin’den kaçtı. Bir gün ‘kutsal topraklar’a dönme fikri ise hep diri tutuldu. Bu hayalin organize ve siyasal bir niteliğe kavuşması ise 19. Yüzyılda gerçekleşti. Örgütlü siyasal Siyonizm, 19. Yüzyıl Avrupa’sındaki koşullarda ortaya çıktı. Asırlarca devletler ve kişiler tarafından kötü muameleye maruz kalan, belirli meslek gruplarına giremeyen, memur olamayan, üniversite okuyamayan ve belirli alanlarda ikamet edebilen Yahudiler için 19. Yüzyıla gelindiğinde yeni yasalar ile Batı Avrupa’da bazı esneklikler hayata geçirildi. Ancak Avrupa’nın doğusunda işler farklıydı. Yahudi diasporasının başlıca merkezleri olan Rusya ve Polonya’da özellikle 2. Nikolai döneminde baskı nedeniyle Yahudiler ABD’ye göçmek zorunda kaldı. Modern siyasal siyonzim de anti semitizmin hakim olduğu Rusya’da doğdu. İlk olarak 1884’te kurulan Siyon Aşıkları, Filistin’de yerleşimleri destekledi. Ancak bu girişim başarılı olamadı.
1882’de ise bir tez ortaya çıktı. Leo Pinsker, Yahudilerin Avrupa’da asla eşit olarak kabul görmeyeceğini ifade etti. Bağımsız bir Yahudi devleti kurulması gerektiğini vurguladı. Theodor Herzl ise bu fikri bir bütüne dönüştürdü. Budapeşte’de orta sınıf bir Yahudi ailesinin çocuğu olan Herzl, 1896’da Yahudi Devleti’ni yazdı. Örgütlenmeyi üstlenerek 1897’de Basel’de çabalarıyla ilk Siyonist kongrenin toplanmasını sağladı.

Balfour Deklarasyonu ve Birinci Dünya Savaşı Sonrası

Osmanlı döneminde Suriye’ye bağlı olan Filistin bölgesi, Birinci Dünya Savaşı’nda devletin mağlup olması ile birlikte Aralık 1917’de İngilizlerin eline geçti. İngiltere’nin Filistin’de Yahudi yerleşimini desteklemesi, bölgede İngiliz varlığını güçlendirecek ve Fransa’yı Süveyş Kanalı’na komşu topraklardan uzak tutacaktı. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, 2 Kasım 1917’de İngiliz Siyonist çevrelerin ileri gelenlerinden Lord Rothschild’e bir mektup yazarak, Yahudi emellerine sempati deklarasyonu ortaya koydu. Yahudi halkı için Filistin’de bir milli yurt kurulmasını destekleyeceklerini belirtti. Deklarasyon belirsizlik ve çelişkiler ile doluydu, beraberinde pek çok soru getirdi. Mektup, Filistin’de Yahudi yurdu vadederken, Filistinlilerin haklarını da korumaya söz vermişti. Bu bir çifte yükümlülük politikası anlamına geliyordu. Söz konusu tutarsızlık, İngilizlerin bölgede geleceğe uzanan bir yıkım ve kıyım bırakacağının ayak sesleriydi adeta.
1920 yılındaki San Remo Konferansı ile Filistin Mandası İngiltere’ye verildi ve 28 yıl sürecek manda dönemi başladı. Yeni kurulan Milletler Cemiyeti, Balfour Deklarasyonu’nu benimsiyor ve Filistin’de resmi dil olarak İbranice’yi tanıyordu. Bölgeye atanan İngiliz yüksek komiser Sir Herbert Samuel, Siyonizm taraftarıydı. Bu durum Siyonistleri daha da cesaretlendirdi.

1920’li Yıllar: İki Toplumun Örgütlenme Süreci ve Üstünlük Mücadelesi

1920’li yıllar Filistin’de iki toplumun da pek çok alanda rekabete girdiği, avantaj ve dezavantajların şekillendiği bir kesitti. Her toplum kendi siyasal örgütünü kurmuş. İç dayanışma artarken, karşılıklı uçurum daha da derinleşiyordu.
Siyonist örgütleri Araplarınkinden çok daha yaygındı. İki toplumun bulabileceği insan ve para kaynağı bir değildi zira. Siyonistler daha iyi örgütlenmiş ve finanse edilmişti. İngiliz komiser ile ilişkileri yürütebilecek yetkili bir Arap temsilci dahi yokken Siyonistlerin İngilizler ile ilişkisi oldukça kuvvetliydi.
Siyonistlerin kurduğu örgütlerden en önemlisi Yahudi İşçi Federasyonu olan Histadrut’tu. Giderek gelişen yapı, Arap işçi ve ürünlere boykot uyguluyor, Yahudi üretimini kendi kendine yeter hale getiriyordu. 1920’de kurulan Yahudi savunma gücü Haganah ise, eğitimli ve merkezileşmiş bir askeri güçtü. 1930’da işçi grupları birleşerek Mapai Partisi’ni kurdu. Mapai’nin kilit ismi aşina olduğumuz birisiydi: İsrail devletinin kurucusu David Ben-Gurion. Doğu Avrupalı Ben-Gurion Filistin’e Polonya’dan 1906’da gelmişti.

1930’lar: Şiddet Sarmalı ve Kontrolden Çıkan Durum

Araplar, bu şartlar altında bölgede ortaya çıkan durumu kabul etmenin, kendilerine ve topraklarına bir haksızlık olacağı düşüncesindeydiler. Siyonistler güçleniyor, Filistinliler’in hayal kırıklığı artıyordu. Fotoğraf çok netti: Siyonist hedefler Arap varlığına açık bir tehditti. Zira o yıllarda da maksimalist, sınırı ve nerede duracağı belirsiz tehditkar bir anlayışı temsil ediyorlardı. Yahudilerin Filistin’e göçü, Aliyah adı verilen göç dalgaları şeklinde oldu. İlki 1. Dünya Savaşı’ndan önceydi. 1919-1926 yılları arasında çoğunluğu Doğu Avrupa’dan yaklaşık 100 bin göçmen geldi. 1933-1936 arasında 170 bin Yahudi göçü, toplam sayıyı iki katına çıkardı. 5. Aliyah’ta meslek sahipleri ve sermaye getiren iş insanları da vardı. Kurulan Yahudi Milli Fonu, satın aldıkları topraklarda fakir göçmenlerin tarımla uğraşmalarını sağlıyordu. Topraksız kalan Araplar, ekonomi ve birlik açısından zor durumda ve Yahudi Devleti’ne giden sürecin ortasında korku içerisindeydi. 1929’daki Ağlama Duvarı olayları ile birlikte bir şiddet dalgası başlayacaktı. İngilizlerin bölgedeki komisyonlarının tespitleri de bu yöndeydi. Yahudi göçü üzerinde kontrol sağlanamazsa durum içinden çıkılmaz bir hal alacaktı.
1930 yılında İngilizler Passfield Beyaz Kağıdı olarak anılan rapordaki önerilerde de Yahudi göçünün kısıtlanması gerektiği belirtiliyordu. Filistinlilerin çaresizlik, düş kırıklığı ve kapana kısılmışlığı çatışmaları da beraberinde getirdi. 1936’da Araplar bir Yahudi yolcuyu öldürdü. Siyonistlerin silahlı grubu Haganah ise, Arap çiftçileri öldürdü. 1937’ye gelindiğinde Peel Komisyonu’nun raporu durumu gözler önüne seriyordu. İngilizler’in varsayımı çökmüş, Balfour Deklarasyonu’nun çelişkileri ortaya çıkmıştı. Buna göre artık Manda’nın sona erdirilmesi ve Filistin’in Arap ve Yahudi Devletleri olarak bölünmesi gerekiyordu. Araplar bunu hak ihlali olarak gördükleri için, kendi vatanlarına göç eden Yahudilerin devlet kurmasına karşılardı doğal olarak. Siyonistler ise bu aşamada kendileri için ayrılan bölümü yetersiz görüyorlardı. Yani klasik hale gelen bir sınırsız hakimiyet dürtüsü yine devredeydi… Şiddet durulmuyordu… İngilizler bölgeye 20 bin asker indirdi. İsyan sonucu 3 bin Arap ve 2 bin Yahudi öldü. Filistin ekonomisi kaos içinde, liderleri ise ya tutuklu ya sürgündeydiler. 1939’da ise İngiltere meseleye yaklaşımını şöyle tarif ediyordu artık: Filistin’de bir Yahudi devleti, politikamız arasında yoktur. Buna göre göç kısıtlanacaktı. Ancak Hitler gerçeği, bu karara gölge düşürdü.

2. Dünya Savaşı’ndan BM Kararına: İsrail Devleti

2. Dünya Savaşı nedeniyle Yahudiler, öfkeli olsalar bile, Yahudi devleti rüyası için İngilizler’i desteklemek zorundaydı. Nazi vahşeti, sağ kalan Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri için yeni bir süreci başlattı. ABD, artık siyonizme karşı daha ilgiliydi. 1942’de Amerikalı Siyonistler Biltmore Programı ile bir dizi kararlar benimsedi. ABD uluslararası Siyonist faaliyetin merkezi oldu. 1945’te başkanlığa gelen Harry Truman da bu programın savunucularından biriydi.
2. Dünya Savaşı’nda Yahudiler İngiliz askerlerinin yanında savaştı. Bu süreçte kazandıkları savaş deneyimi, Filistin Mandası’nda İngiltere’ye karşı kullanacaklardı. 1942 sonrası savaşta tablo şekillenince, Siyonistler İngilizlerden aldıkları silahları iade etmediler ve kritik askeri bilgilerin de sahibi oldular. Filistin Siyonizmi 1945’ten itibaren İngiltere ile savaşa başladı. Saldırıların ardından durum kontrolden çıkınca İngiltere konuyu Birleşmiş Milletler’e havale etti. Kurulan BM komitesinin raporu, İngiliz mandasının sona erdirilmesi ve iki bağımsız devletin kurulması yönündeydi. 29 Kasım 1947’de yapılan oylamada Genel Kurul, Filistin’in Arap ve Yahudi devletine bölünmesini ve Kudüs’ün uluslararası statü kazanmasını kabul etti. Yahudiler, toprakları güvence altına almak için terör eylemlerine başladı. O toprakların çoğunda henüz Arap çoğunluk vardı. Kudüs yakınındaki Dayr Yasin’de 250 sivil katledildi. Zulmün ardı arkası kesilmeyecekti…
İngiliz yönetimi, 1920-1948 arasında bölgede düzeni sağlamak adına gerekli çabayı göstermedi ve gerekli kurumları oluşturamadı. Filistin’de Siyonist ihtirasları cesaretlendirdi. Tarihin bu asimetrik üstünlük mücadelesinin galibi Siyonizm oldu. Yüksek komiser Cunningham’ın gidişinden birkaç saat sonra Ben-Gurion, İsrail devletinin bağımsızlığını ilan etti. Yeni devlet, ABD ve SSCB tarafından kısa sürede tanındı. 1922 yılında nüfusu 8’de 1 oranında olan Yahudiler, 1948’e gelindiğinde çoğunluktu…